Geçen haftayı, büyük bir girdabın ağzında olduğumuzu söyleyerek bitirmiştik. Ya akıntısına kapılıp yutulmayı bekleyecektik, ya da?..

Ya da Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında, Avrupa’daki aydınlanmanın giriş sözüne imzasını atan Kant’a atıfla, “aklımızı” başımıza alıp, Atatürk Devrimlerini adım adım yaşama geçireceğiz. Yani bu kez onu yalnız bırakmayacağız.

Hem geçen bu yüz yılda Atatürk’ü yeterince tartıştığımızı düşünüyorum. Üstelik kendilerine “aydın” denilen kesim tarafından sürekli işlendi bu konu. Bu kişiler bunu yine de artıları eksileri şeklinde yapsa, bir iyi niyetten söz edilebilecekken, dincilerin deccal’ini bile geride bırakacak bir şekilde yaptılar. Hani “olmasaydın da olurduk” söylemini artırıp “olmasaydın ne iyi olurduk” gibi bir yere çıktı yaptıkları. Ne yalan söyleyelim, Orta Çağ’ın bu sözcüleri işlerini başardılar da. Yani, Orta Çağ gibi bin yıllık bir kurumu on beş yılda alaşağı ettik derken, bunlar, “hayır” diyerek Orta Çağ’ı geri getirdiler. Cumhuriyetin yurttaşlığına sövüp ağalığın marabalığında eşitlik gördüler. Hadi artık gözümüzü açalım da “özgürlük”, “demokrasi”, “eşitlik” gibi söylemlerle asıl işlediklerinin feodalizm olduğunu görelim. En başından beri devrimin baş düşmanları olan bu ikizleri tanıyalım.

Tanıdık. Şimdi başlayabiliriz. Öncelikle İNSANın önüne ilk çıkan, Orta Çağ’ın en büyük insan düşmanı kurumu RUHBAN sınıfıyla hesaplaşmamız kaçınılmazdır. Dini, örneğin İslam’da, Allah’ın da istediği gibi, kişi ile Allah’ın aracısız ilişkisi şeklinde yaşanacağı bir konumda ele almamız gerekmektedir. Başka dinlerde, mezheplerde yahut dinsizlikte de bu özel durum bu şekilde korunmaya alınmalıdır. Bu reçeteyi yaşama geçirenler, 17. ve 18.yüzyıl Avrupa’sında yaşayan, çoğunluğu dindar filozof ve bilim insanlarıdır. Bu reçete işte, bizim insanımızın da Avrupa insanıyla aynı şartlarda yaşam sürebilme reçetesidir. Bu reçete eğitimde, sağlıkta, her alanda eşitlenme reçetesidir. Bu reçeteye ancak ve ancak “beyler” karşı çıkabilir. Ağaları, şeyhleri ancak kızdırabilir bu reçete. Üstelik onlar da bunda yüzde yüz haklı olurlar. Ama geri kalanının yani bizlerin, bu reçeteye karşı çıkması doğru olamaz.

Bundan yüz yıl önce kız çocuklarını okula gönderenlere dinsiz deniyordu. Cumhuriyet bu anlayışı yıktı. Ama gericiler boş durmadılar. Bir adım sonra köy enstitülerini kapatarak aydınlanmamızın önünü kesmeyi başardılar. Gele gele neredeyse tüm okulların imam hatip yapıldığı bu günlere kadar geldik. Tarikatlar, Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında ülkemizin adeta baş unsurları halinde işlev görüyorlar.

Kendilerini düşünseler rahat bir yaşam sürebilecek nice cumhuriyet aydını bu anlayışla savaşımda başlarını verdiler. Haklarını savundukları “insan”, sonunda onların katilleri olabildi.

Ancak bayrakları yerde kalmadı. Vatanını, insanını, geleceğini düşünen herkes, bu topraklarda Orta Çağ’ı bir daha dirilmemek üzere tarihe gömeceği güne kadar bu savaşıma devam edecek.