Önceki yazımızda İkinci Mustafa Kemal’i ararken, Lozan Antlaşması’nı rehber yapmıştık. Ondan iki yıl önceki Londra Konferansı’nda varılan anlaşmayı onaylamama gerekçemiz ile Lozan Antlaşması’ndaki savaş sebebi saydığımız, kırmızı çizgimiz; “TAM BAĞIMSIZLIK”tan hareketle ikinci Mustafa Kemal’i aramaya devam ediyoruz.

İKİNCİ MUSTAFA KEMAL – III

Önceki yazımızda İkinci Mustafa Kemal’i ararken, Lozan Antlaşması’nı rehber yapmıştık. Ondan iki yıl önceki Londra Konferansı’nda varılan anlaşmayı onaylamama gerekçemiz ile Lozan Antlaşması’ndaki savaş sebebi saydığımız, kırmızı çizgimiz; “TAM BAĞIMSIZLIK”tan hareketle ikinci Mustafa Kemal’i aramaya devam ediyoruz.
Tam burada, Lozan Antlaşması ile ilgili ortaya atılan saçmalığa yanıt vermeyi uygun görüyorum. Yüz yıl sonra geçersiz olacak ve artık çıkaramadığımız madenlerimizi çıkarabileceğimiz şeklinde sürdürülen safsataya. Çünkü buna verilen yanıtlar genelde böyle bir gizli anlaşmanın olmadığı şeklinde olageldi. Aslında olması gereken şöyledir: Tam tersine bizim kendi madenlerimizi kendimizin çıkarabilecek olmamızın garantisidir Lozan. Yani asıl, yürürlükteki durum Lozan’a aykırıdır. Daha ötesi, yürürlükteki durum, Londra Konferansı ile de örnek gösterdiğim gibi, savaş sebebidir.
Burada yine bir parantezle çok önemli gördüğüm bir konuya gireceğim. Gerçek böyleyken, Lozan hakkında yapılan bu saçmalığın tutması ne anlama gelmektedir? Meslek hayatımda, geçenlerde karşılaştığım bir olaydan söz edeyim. Bir hastam, çocuğunun süt dişine yapacağım dolgu öncesi bana, “süt dişlerine dolgu yapıldığında ilerde çapraşıklık oluşturacağını” duyduğunu söyledi. Oysa yapılacak dolgu aslında çapraşıklığı önleyebilecek işlemdi. Peki nasıl oluyor da hastam, gerçek bilgiye değil de yanlış bilgiye, hatta zarara yol açacak bilgiye erişebilmiş? Nasıl oluyor da dolaşımda olan doğru bilgi değil de yanlış bilgi olabiliyor? Değerli okurlarım, çağın korkutucu yüzü işte buradadır. Çünkü özellikle sosyal medya araçlarıyla bugün, insanlar bilgiye değil kanaate değer veriyorlar. Çünkü bugün dünyamızda, Aristoteles’in, yaklaşık iki bin yüz elli yıl önce, “İnsanlar doğal olarak bilmek ister.” şeklinde tanımladığı insan tipi yaşamıyor. İnsanlar doğal olarak duymak ve inanmak istiyorlar.
Parantezi kapatıp konumuza devam edebiliriz. Evet, Lozan’ı doğru yere koymadan, yapılacak tüm tartışmalar anlamsız olacaktır. Örnek:
Zamanın TEKEL Genel Müdürü Recai Dıblan, Türk tütünü yerine Virjinya tütününü teşvik edenlere 1973 yılında şu cevabı veriyor:
“Türk tütünü dünyanın her tarafında aranan bir meta haline gelmiştir. Bu suretle de, Türk tütünü bitti, Virjinya tütünü ekilmelidir, diyenlere bunun böyle olmadığı ispat edilmiştir. Çünkü bu Virjinya tütünü ekimini teşvik eden davranışlarda, Virjinya tütününü ekmekle beraber yabancı sigara imalatçılarına buyurun Türkiye’de istediğiniz sigarayı yapın veya dışarıdan yurda istediğiniz sigarayı getirin daveti de mevcuttur. 
Bu ise Cumhuriyet devrinde kapitülasyonlara dönmekten başka bir mana ifade etmezdi. 
İşte Cumhuriyet Müessesesi, Tekel’in maruz kaldığı bütün güçlüklere rağmen bu iddiayı yıkmış, biz kendi tütünümüzden kendi sigaramızı yapacağız, tezini inançla savunmuştur.”

Bugün Türk markalı sigaraların üzerinde, British American Tobacco yazıyor.


Haftaya devam edelim.