“Olamaz! İnsan her konuda formülü belli hazır düşüncelere sahip olamaz. Hakkı değildir. Bir konu her akla gelişinde mutlaka bir kez daha düşünülür.”

Georges Duhamel’in bu sözünü, Aydın Boysan’ın Doyulmaz Dünyamıza adlı kitabında okuyup not etmiştim. Önceki yazılarımda da anlatmaya çalıştığım gibi; yaşamı, hazır giysileri üzerimize giydiğimizde değil de giysilerimizi üzerimize dokuduğumuzda ancak anlamlandırabiliriz diye düşünüyorum. Yani diyorum ki; insana yakışan, geçtiği bu tek cümlede nesne değil özne olmaktır.

Olaya toplumumuz açısından bakalım. Biz yaşadığımız bu çağın gereçlerinden, bugüne kadar neyi üzerimize dokuyup da giyebildik? Şurası bir gerçek ki, Avrupa’da yüz yıllar boyunca nice bedeller ödenerek elde edilen aydınlanma gereçlerini biz kucağımızda bulduk. Büyük Atatürk onu üzerimize dokumaya kalktı. Bu yönde başlattığı her alandaki aydınlanma girişimleri, ölümüyle birlikte önce güç yitirdi, sonra değersizleştirildi ve yok edildi. Elimizde ülkü kokan anılardan başka bir şey kalmadı.

Buradan bakılınca tünelin ucunun nasıl karanlık olduğu ortadadır. Üstelik dünya da yüz yıl öncesinin dünyası değil. Bilim, felsefe, sanat değerini yitirmiş. Dünya büyük bir köye dönüşüyor. Ben bunu Orta Çağ’ın öcünü alması olarak yorumluyorum. Dünya bugüne kadar ne başardıysa bunu kütüphanelerle başarmıştı. Ancak bugün, dünyanın en büyük kütüphanesi olan internet gericiliğin en büyük kaynağı durumundadır. Hem de bir tık kadar yakınlıkta bir kütüphane. Peki bu kütüphanenin içinde ne var? Doğru yanlış her şey. Hani “arayan mevlasını da bulur belasını da” denir ya, öyle. İlginç gelebilir ama düşüncem odur ki,  Orta Çağ’daki bir insana dünyanın yuvarlak olduğunu anlatmak bugüne kıyasla daha kolaydır. Çünkü bugünün insanı, elindeki internetiyle dünyanın aslında düz olduğunun kanıtlarına(!) kolayca erişebilmekte.

Buradan çıkan sonuç; toplumumuz zaten büyük atlamalarla bugüne gelmişken, bir de cumhuriyetin aydınlanma devrimlerinin kısa zamanda sönmesiyle, kütüphane devrini yaşamadan internet devrine geçiş yaptı. Açarsak, Aydınlanma Çağı’nı yaşayamadan Safsata Çağı’nı yaşamaya başladık.

Büyük bir girdabın ağzındayız. Ya akıntısına kapılıp yutulmayı seçeceğiz, ya da?