Toplumsal birçok alanda olduğu gibi, “siyaset"te de sığlık yerleşmiş, daha kötüsü kanıksanmış durumda. Siyasi parti sözcülerinin birbirlerine laf yetiştirmelerine baktığımızda, içerikten yoksun, sorunların ana kaynağına değinilmeden, dolayısıyla köklü çözümlerin nasıl çözüleceğine dair bir söylem göremiyoruz..

Oysa bir sorunun arkasında yatan temel nedenleri, ilişkiler örüntüsünü anlamadan; hangi etmenlerin kritik, anahtar olduğunu kavramadan hiçbir sorunu çözemeyiz. Bilimsellik, nedenleri bulmak ve sorunları çözmek ise, siyasal olgulara da aynı illiyet (nedensellik) bağıyla yaklaşılmalı..

Üstelik bu tür konuşmaları yapan parti sözcüleri kendi seçmen kitlesini coşturduğu için, “helal olsun ne güzel lafı çaktı”.. .”kapak yaptı” denilerek beğeni ve alkış da alıyor.. Ortada bir ideoloji, fikir sistemi, siyasi program yok..

Bilinmelidir ki, demagog bir hatip, kitleleri coşturabilir, dalgalandırabilir, köpürtebilir. Ama etkisi o an içindir. Başka bir karşıt demagog gelir, o coşkunun varsa bir etkisi dahi onu yok eder.. Farfara ve popülizm gerçeklere ve ağırbaşlılığa yenilir. Zamanın karşısında dökülmeyen cila yoktur..

Oysa seçim dönemleri siyasi derdi olanlar açısından çok önemlidir. Bu dönemlerde halk politikaya daha fazla ilgi duyar, politikleşir. Her ideolojik/ politik hareket de bundan yararlanarak ideolojisini topluma yaymaya çalışır. Seçimleri boykot eden sol marjinal gruplar dahi, seçim dönemlerine büyük önem verir, yoğun bir propaganda faaliyetine girişir.

Bu siyasi olmayan siyaset iklimi, yeni tür bir “ siyasetçi" tayfası da ortaya çıkardı. 1950’lerde “naylon kızlar çıkacak” diye bir şarkı vardı ya!.. Naylon Kızları bilemeyeceğiz ama Naylon Siyasetçiler çıktı galiba. İşleri de zor değil hani. Parti genel başkanlarını grup toplantılarında ayağa kalkarak alkışlamak, asla ve katta eleştirmemek.. Kadı kızının bile eleştirildiği bir dünyada, genel başkanı eleştirmek yasak!..

Anımsıyoruzdur, bir parti genel başkanı, Büyük Kurultayın birinde, sahneye konan dev bir platformdan Ricky Martin gibi ışık gösterileri, konfetiler ve renkli dumanlar arasında inmiş, bir pop yıldızı gibi hayranlarını, pardon delegeleri selamlamıştı.. Oysa kurultaylar, partilerin en önemli organıdır. Örgütün izleyeceği stratejiler, hedef ve kararlar hatta program değişiklikleri tartışılır, delegelerce oylanarak karara bağlanır. Biz de de öyle idi. Bir kaç güne yayılırdı. Unutmayalım ki Türk Devrimi/Cumhuriyet Devrimi o kurultayların eseridir.

Bu tür “siyaset" Amerikan üretimidir. Bir otomobil pazarlama, diş macunu pazarlama teknikleri ile başkanlar pazarlanır. Tam bir aldatma ve alıklaştırma demek olan pazarlama ve reklam endüstrisinin yöntemleri uygulanır... Hani “Küçük Amerika” olacaktık ya!.. Buradan yakaladık, oluyoruz demek ki..

Sorun sadece siyasi partilerle sınırlı da değil. Her akşam her konuda bizleri “irşat eden" çok bilir(!) televizyon bülbülleri, Türkiye'nin yaşadığı sorunların temelinde, ülkemizin emperyalistler ve bir avuç yerli sermayedar tarafından yoğun ve acımasız bir şekilde sömürülmesinden kaynaklandığını belirtmiyorlar.. Ülke, askeri, iktisadi, kültürel tam bir kuşatma altında, söz eden yok.. Çıkış yolu gösteren yok..

Belki de görevleri bu!...