BAKTIĞIM YERDEN GÖRDÜĞÜM O YER!

ÇOCUKLUĞUM

Ağıran omuzumu hareket ettirmeye çalışırken aralanan gözüme borçluyum.

Patiska kuştüyü yorganımı kolayca kaldırdım. Mis kokulu yastığımdan beni ayıran manzaraya kilitlendim. Yeni bir gün doğuyordu yaşadığım çocukluk mahallemde.

Kalktım yüksek ceviz karyoladan. Yere bastığımda gıcırdayan tahtalar annemi uyandırır mı diye düşündüm. Güldüm buruk buruk, uyanmadı. Derinlerde uyuyordu... Pencerenin pirinç koluna asıldım, buz gibiydi. Açtım camı yarı bele kadar uzandım. Atbaşı gibi. İlk hissettiğim burnum, donmuştu. Bu yükseklikten hiç izlememiştim an-bi-an değişen renklerini. Minare bile ayaklarımın altındaydı. Öyle yüksekti ki, ortamahallenin en tepesi, Mehmet Efendi konağının cumbalı odası. Karanlık, inadına gün ışığıyla yarışıyor, horozların çağrısına aldırmadan. Başaramazsın gece! Gün doğsun sanada gelecek elbet, sıranı bekle. Bir bir sönen sokak ışıkları aksine yanan ev ışıklarıyla oyun oynar gibi. Galanima deresinden bana bakan yan, Akçaabat. Direnen yeşil, beton binalara inat hâkimiyetini sürdürürken, yok olan koy ağlıyordu. Sessizce... Karadeniz’e!

Ne tarafa baksam tarih kokan bu tepede; altımda İbrahim Ağanın konağı yanımda Hüseyin Efendinin ki... Osman Paşanın evi Bedriye hanımın ki ile bitişikti. Ayrı duyguyla olsa da hep aynı yere, doğan güne bakıyoruz birlikte. Gök henüz ayı saklamamış. O, tepede. Hep oradan izler ya sessizce.

Orta Mahalleye anneannemden baktım... Bakarken bakarken büyümüşüm. Öyle uzaklardaydım ki bastığım yeri değil baktığım yeri özlemişim. Şiir gibi dinliyorum, içimi çekiyor izliyorum. Ay gibi tepeden.

Uzak gelen noktalarımı çizgi ile birleştiriyorum... Birden ona kadar. Okulum, evim, anneannem, dere, değirmen, menekşeler. Hülyanın beni sıkıştırıp dövdüğü köşe, topumun uçtuğu tepe, misketlerimi kaybettiğim harman, ip atladığım meydan. Hayatta kalan evleri, o evlerdeki isimleri... Yanlış oluyor bazen, sekizle dokuz arası, siliyor değişiyorum rotayı. Merak ediyorum O'nu.

On la buluşan bir i Dürbinar mahallemi.

Şimşek gibi çakan güneş kör ediyor gözümü. Sustu horoz. Ya kazma sesleri... Artık sonbahar güz fasulyeleri çoktan ekilmiştir diyorum. Fidanlık ekilme vakti mi, ama artık tütün yok ki. Ekim de ne ekilirdi ki?

Eski sesleri ararken inen uçağın sesi, yarıyor sessizliği, döndürüyor güne beni. Yanaklarım burnumla aynı fikirde, yüreğim pencereden geri gelmemekte. Şalımı sımsıkı kavrıyor derin bir nefes alıyorum. Mehmet Efendinin konağında yaşanmış hikâyeye buruluyor, etrafıma selam ediyorum. İçeri çekilirken birleştirdiğim bu noktalarda ailemin, sevdiklerimin, hatıralarımın, geçmişimin, yaşadığı kocaman bir kalp görüyorum. Akçaabat ımı görüyorum. Ve sana teşekkür ediyorum.

Yazılası bir öyküydü çıktı içimden saat beş gibi, harfler istedi kalem öyle uygun gördü.

22 Ekim 2016 saat:5.00

Mehmet Efendi Konağı Akçaabat / Trabzon

Berrin  ( USTAOĞLU )Akyüz

 

123456---kopya-201.pngyesyeni-logo-final-711.png

Editör: TE Bilisim