NE DESEM BİLEMİYORUM

Yetişkinler olarak, çocuk yetiştirmekte, geleneksellik ile bilimsellik arasında sıkışmış bir anlayış içerisinde olduğumuzun farkında mıyız, bilmiyorum.

            Bildiğim şu ki, “Yeri geldikçe” diye bir davranış içinde hareket edip, yerinin de ne zaman ve tam olarak nasıl gediğini bilmeden hareket ettiğimizdir.

            Söze karışmak isteyen çocuğa, “Sen daha küçüksün, sus bakalım.” diyen anlayış, aynı çocuğu, “Korkacak ne var? Kocaman adam oldun.” diyerek tersler. Sahiden, o çocuk mu, yoksa kocaman adam mı? O yetişkine bu çelişkiyi sorduğumuzda, “Yerine göre davranacaksın.” cevabını alırız. Yerini kim neye göre belirler, onu da, ne o ne de ben bilirim.

            Ev hanımlarının yemek tarifini anlatırken, yeteri kadar tuz; yeteri kadar biber; yeteri kadar su katacaksınız demeleri vardır ya, yeteri nasıl belirlenecek, onu demezler.

            Çelişkilerimizin türlü halleri vardır: Benim çocuk, tuttuğunu koparan, uyanık, zeki, (argo deyişle yırtık olsun) isteriz. Başkasının çocuğunda bu nitelikleri gördük mü, sıralarız hakaretleri: Saygısız, terbiyesiz, edepsiz…

            Benim çocuk, benim gibi olsun. Tamam, sen nasıldın çocukluğunda? Cingöz biriydim. Ele avuca sığmaz, yerinde durmaz biriydim. Yukarı mahalle çocuklarıyla bir kapışırdık ki sorma gitsin. Çok afacandım. Şimdi neden kızdın çocuğa? Sorumu bu şimdi? Yaramazlığını görmüyor musun? Yerinde durmuyor ki! Çocuk dediğin büyükleri konuş deyince konuşur; otur deyince oturur. Büyüklerine saygılı olur…!

            Gerçekten çelişkilerle yaşamakta üstümüze yoktur. Bunlar zamane çocukları demek zaten en büyük kurtarıcımız olur.

            Okullarda veli toplantısı yapılır, en büyük sorun çocukların başarısızlığı ise, ikincisi disiplinsizliğidir. Onları nasıl adam edeceğiz sorularının cevapları aranır. Aranmasına aranır da kimse, suçluluğun kendisinden başladığını görmez.

            Değerli veliler; anneler, babalar: Çocuklardan önce bizler suçluyuz. Neden mi? Düşünelim: Köşedeki büfeci, bira isteyen çocuğa, “ Oğlum, senin paran bunlar için değil, kitaplar; defterler; kırtasiye ve senin beslenmen içindir. Hadi bakalım.” deyip de, bira satmasaydı; kahvehaneci, oyun isteyen çocuğa, “Yavrum senin zamanın oyun zamanı değil, çalışmak ve kendini yarınlara hazırlama zamanıdır. Şu kenarda bir sıcak çayla üşümeni giderdikten sonra, doğru okuluna ya da evine git.” deseydi.

            Ucuzundan pornografik dergi almak için büfeye yanaştığında, büfeci, “Senin başka işin yok mu? Senin dersin, ödevin yok mu?” deseydi de, biracı; kahvehaneci, büfeci onlara geleceğin müşterileri gözüyle bakmasalardı daha iyi olmaz mıydı?

            Bu suçlu çocuklar, herkesin kışlık giydiği yerde, yazlık mı giyiyorlar? Hayır. Herkesin horon oynadığı yerde sirtaki mi oynuyorlar? Hayır. Herkesin Türkçe konuştuğu yerde, dertlerini Çince mi anlatıyorlar? Hayır. Herkesin Müslüman olduğu yerde haç mı çıkarıyorlar? Hayır. Yani, giyimi, konuşması, kültürü, inancı bizden olan çocuk, suç işlemeye gelince mi bizden değil deniliyor?

            Burada anlatmaya çalıştığım çocuklar, amiyane tabirle köprü altı çocukları değildir. Ballici, tinerci, çeteci, uyuşturucu ticaretindeki çocuklar değil. Bölünmüş ailelerin, sorunlu ailelerin çocukları da değil. Aile dediğimiz, mahallemizde; içimizde saygı duyduğumuz ailelerin çocuklarında söz ediyorum.

            Evlerde, dizi filmler yüzünden yemekleri yakan annelerin çocuklarından; takımı yenildiği için evde terör estiren babaların çocuklarından söz ediyorum. Kendisi kahvehaneden çıkmayan, hatta çocuklarına, “Beni… kahvehanesinde bulursun.” diyerek, buluşma adresi olarak kahvehaneyi veren babaların çocuklarından söz ediyorum.

            Eve gelen gazetelerin magazin ve spor haberlerinden başka bir yerlerini okumayan ailelerin çocuklarından; çocuklarına “Oku.” dedikleri halde, ellerine bir kitap alarak onlara örnek olmayı başaramayanların çocuklarından söz ediyorum.

            Oğlunu bir kızla gördüğünde, “Babasına çekmiş.” diyerek, oğlunun zamparalığından övünerek söz ederken, aynı hareketi kızı için düşünemeyen ailelerin çocuklarından söz ediyorum.

            Kısacası, çocukluğunu çok çabuk unutarak, sanki hayata daima 30- 40’lı yaşlarda bakarmış gibi davranıp da çocukluğunda neler hissettiklerini bir kenara bıraktığı için, çocuklarının da neler hissedeceğini düşünemeyen aileler sözüm: Armut ağacından elma yetişmez.

            Çocuklarınızı başka çocuklarla; hatta kardeşleriyle bile karşılaştırmaktan vaz geçip, onların kendi iç dünyalarında bir bütünlük taşıdıklarını ve ona göre ilgi, sevgi ve anlayış beklediklerini unutmayınız.

            Sizin yaramazlık zannettiğiniz davranışlar, kim bilir belki de zeka sınırlarını zorlayan buluşlara atılan bir adımdır. Sizin yaramazlık zannettiğiniz davranışlar, kim bilir, söylemek isteyip de söyleyemediği sıkıntılardan kurtulmak için siz bir tür verilmiş mesaj biçimidir.

            Aklı başında bir büyük olmak için çocuğun aklını, çocukluk sınırlarında okuyarak çözmek, ona,  onun sınırları içerisinde bakarak çözümler aramak ve iletişim kurmaktan geçer.

            Sağlıklı çocuklar; mutlu ailelerin ve sağlıklı toplumların ilk halidir.

 

            

Editör: TE Bilisim