9 Eylül 1922’ de Türk Ordusu, Kurtuluş Savaşı’nın zaferle taçlanan adımlarını atarak İzmir’e girdiğinde, Başkomutan Mustafa Kemal, asıl savaşın bundan sonra başladığını ve yapılacak daha çok iş olduğunu söylüyordu.

Ne demek istemişti, Başkomutan? Neyi işaret etmek istemişti, eşsiz bir zafere imza atan Büyük komutan?

Ekonomi adı olup kendi olmayan bir terimdi.  Halk üzerinden karabulutlar geçmiş bir yıkıntı içindeydi. Varını yoğunu ordusuna bağışlayarak, Komutanı etrafında kenetlenen halkın, geri kalmışlığını silmek; cehaletini ortadan kaldırmak; hak ettiği çağdaş yaşamı onlara sunmak gerekiyordu.

Yapılacak çok iş vardı. İş ne kadar çok ise, çağdaşlar için de bizim için de zaman durmaksızın akıyordu. Doğru adımları, zamanını geçirmeden atmak gerekiyordu.

İlk ve acil olarak cehalete savaş açmak, bilgiden mahrum edilmiş halkın gözlerini açmak gerekiyordu. Üfürükçülerin, nüshacıların ( halk arasında muska olarak söylenir); sakal ve cübbeyle halkı kandırarak, İslam’ın, yalnızca cehennem ateşini anlatanların; bilimsel değerlere sırt dönerek kendi bildiklerini doğru olarak aşılayıp egemenliklerini sürdürmek isteyenlerin arasında bir halk vardı.

Nüfus kaydı bile olmadan doğup ölenler, soyadı olmadığından kim kimin nesi bilinmediği için (Örneğin, cepheden şehit haberi gelir: Trabzonlu Temel oğlu Niyazi. Kaç tanedir benzer tanımdaki insan? Gerçekten şehit olan kimdir? Bu durum sonunda bazen, öyle acıklı olaylar yaşanmıştır ki, cepheden sağ dönen yiğit, karısını başka biriyle evlenmiş bulur. Nedenini sorduğunda, ölüm haberinin geldiğini söylerler.) yaşanan acı olaylar, toplumsal yaraların başında gelir.

Sanayileşmek, ekonomik; askeri ve siyasal anlamda bağımsız hale gelmektir, tam bağımsız olmak. Mustafa Kemal, bu nedenle yapılacak çok iş olduğunun bilinciyle, zafer kazanmış bir komutan edasıyla eğlenceye kapılmadan işe koyulmuştur.

Devleti yeniden kurmak; hem iç hem dışta itibarını oluşturmak, dünün hasta adamı ile sarsılan Türk kimliğine, genç Cumhuriyetle asalet kazandırmak gerekiyordu.

Biz bugün düşünelim o ideallerin bugün neresindeyiz? 2020 olimpiyatları için sona kalan iki ülkeden bir olduk. Güzel de, rakipler ülkemize olimpiyatları kaptırmamak için kullandıkları cümlelerde, “Türk sporunda şike, uyarıcı (doping), bahis ve karar verirken taraflı federasyonlardan” söz ediyorlardı. Cumhuriyeti kuranlara böyle mi minnettarlığımızı ödeyecektik?

Derdim, olimpiyatın gelmesi veya gelmemesi değil, dışarıdan nasıl göründüğümüzdür. Tarihte Türk sözü senet olarak bilinen bir ulusken, bugün sözü kaybettiğimiz için senet yazdık. Senetler ödenmedi, kefil aradık. Kefiller kaçtı, senet yanında ipotek aradık. İpotekler uyduruk çıktı, sonunda banka teminatı ara hale geldik.

Dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak bir yana, sokaklarımıza çıktığımızda “Türkiye’de mi yaşıyoruz?” diyecek hale geldik.

Kendi işsizlerimiz dururken, tıpkı Almanların, kaçak işçileri ucuza çalıştırması gibi ucuz iş gücüne yönelerek hem insanımız işsiz bıraktık, hem de insanlığı sömürür hale geldik.

Montaj sanayisinden yeni yeni üretim sanayisini yakalamaya çalışırken, dünyanın bilimsel alanda nelerle, bizim nelerle uğraştığımıza bakmak, nereden nerelere geldiğimizi görmek açısından düşündürücüdür.

Yıllarca siyasal kayırmacalar içinde yaşadık; bocaladık, haksızlıklara uğradık. Her gelen iktidar, “Benden öncekiler de yapmıştı.” diyecek kadar, bencilleşmiş, olanın insanımıza olduğunu görmekten uzaklaşmıştır.

Kurtuluş Savaşı yapılırken, sağcımız, solcumuz yoktu. Çanakkale’yi geçilmez ederken Türk-Kürt; Sünni-Alevi yoktu. İçinde bulunduğumuz durum ciddiyetle düşünmemizi gerektirecek bir fotoğraf olmuştur.

Kadını yeniden çarşafa sokan da bir cemaatçilik derdinde, kadını seksi dekolteli halde ve önceleri “motor”, şimdilerde de “kedicik” halinde ekranlarda süs bebeği gibi sunan da cemaatçilik derdinde. Akılcılık, bilimsellik, doğru olan dini değerler nerede?

Düşünüyorum da İstanbul’u fetheden Fatih, bugünün İstanbul’unu; 9 Eylülde İzmir’e ayak basan Ordularımızın Komutanı Mustafa Kemal, bugünün Türkiye’sini görseydi, ne düşünür, ne söylerdi?

Evet, bu gün 9 Eylül, İzmir’in kurtuluşu. Vatanı kurtarmak isteyerek canlarını verenler; kanlarını döküp, vücutlarının bir-iki parçasını cephede yitirenler; aç kalıp, susuz kalıp cephedekilere verdikleri desteklerle adsız kahraman olarak ölenler; hakkınız helal edin.

Ne bıraktığınız emaneti layıkıyla yarınlara taşıyabildik, ne de bir ruh halinde can verdiğiniz topraklarda size layık yaşamayı becerebildik.

Elin Amerikalısı 72 milletten, bir çatı altında yaşayan millet yaratmaya çalışıyor da, biz var olan milletimiz bir çatı altında tutmayı galiba beceremiyoruz.

Ey, büyük komutan, şimdi anlaşılır mı dersin “Daha yapılacak çok işimiz var.” deyişin.

Ey İzmir Kurtuluş Günün Kutlu olsun. Seni kurtaranlara selam olsun…

Editör: TE Bilisim