“Çocuktum, ufacıktım. / Top oynadım acıktım.” Ziya Gökalp, bu dizeleri yazdığı zaman, bilebilir miydi, bu gün çocukların top oynayacak yerlerinin, otomobil tekerleriyle çiğnendiğini?

                Zaman değirmen taşı gibi öğütürken günleri, değişim yalınızca günlerle kalmaz, değişim insanın bakışını; yaşantısını kolaylaştırmak için kullandığı araç gereçlerini de değiştirir.

            Değişim kullandığımız araç gereçlerde öylesine hızlı oluyor ki, “Geleneksel kimliğimizi bu araçların kullanıldığı döneme uydurmakta zorlanıyor muyuz?” diye sorasım geliyor.

            Dört teker at arabasından, dijital donanımlı saymakla bitmeyecek türlü özellikli otomobillere giden yolda ne kadar yol almış insanlık değil mi? Oysa insana saygı; çevreye saygı konusunda çoğu zaman at arabası çizgisinden geride kaldığımızı düşünür hale geliyorum.

            Anayola çıkan yolun ağzına araba park etmek; yayaların geçtiği kaldırımlara, dikey olarak araç park ederek yolu kesmek; gecenin ilerleyen saatinde bangır bangır müzik dinlemek; teker öttürmek; egzoz öttürmek, gelişen teknolojiyle birlikte ilerleyen olumlu davranışlar mıdır?

            Şehir, değnekçi denilen sokak otoparkçılarından kurtulmanın yolunu belediye değnekçilerine dönüşte bulmuş. Sağlıklı gelişen şehircilik için yerel yönetimlerin görevidir gerekli önlemleri almak. Yıllar öncesinde bir yazımda, şunu dile getirmiştim: Her katında dört daire bulunan 15 katlı bir binada, 60 hane yaşıyor demektir. Bu 60 hanenin 40’na ait otomobil olsa, nereye park edecektir?

            Binalara iskan izni verirken, yangın merdiveninden otoparkına, çocuk parkına kadar ayrıntıyı düşünmek, dijital donanımlı otomobile binmeyi hak etmektir.

            Yol üstlerinde açılan restoranların müşteri otoparkı olarak yaya kaldırımlarını kullanmalarını engellemek; toptancıların mal yükleme ve boşaltma sırasında sokağı/ caddeyi trafik için kabus haline getirmelerini engellemek çağdaş kentlerde yaşamayı kolaylaştırmak adına yerel yönetimlerin gelişimlerinin göstergesidir.

            2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu ve Kanunla ilgili Yönetmelikler dikkatlice incelendiğinde, yerleşim yerlerinde düzenlenmiş otobüs duraklarının bile uygun olmadığı meydana çıkarken, kendi jargonunu oluşturmuş “dolmuşçu kültürü” ne diyecek söz bulamıyorum.

            Atalarımız, kervan yolda düzelir demişler. İyi de kervan vakti mi kaldı? Bir cadde, bir resmi kurumca kazılır, kapatılır; sonra bir başka resmi kurum aynı işlemi yapar. Bu bazen aralıklarla 4-5 kez yinelenen bir durum olur. İnsanın aklına gelmiyor değil, bu kurumları koordine edecek, yerel planlama kurulu yok mudur da aynı cadde bu kadar işkence görüyor?

            Dahası, iş kaybı, enerji kaybı, zaman kaybı ve maddi kayıp. İnsan beyni saatin, saniyesi ile birlikte tıkır tıkır çalışmasını düzenlemiş de bunu mu göremiyor? Elbette ki, görür. Ancak çıkar kavgası denilen ilkel benliğimizi aşamadığımızın göstergesi olarak karşımıza çıkan makam kavgaları bunu engellemektedir.

            Seçim zamanı dokunmak olmaz. Bize destekleri var, sıkıştırmak olmaz. Hatırı sayılır biri üstüne gitmek olmaz. Olmaz. Olmaz. Olmaz… Halk ne yapacak? Kaldırımlardaki taburelerde çay içenlerin arasından mı geçecek kızlarımız, kadınlarımız? Kaldırıma park etmiş araçlardan yürüyemediği için yola mı inecek yayalarımız?

            Benim adamım, benim, benim… Nereye kadar? Bir yağmur suyuyla batağa dönen kentlerde kurtuluş; sokak kirliliklerinden kurtuluş; çocukların özgürce ve güvenle eğlenebilmeleri için yapılan düzenlemeler nereye kadar beklememizi gerektiriyor?

            Makamlarda bulunanların sorunlarını sorumluluklarını bilen biri olmam, sokakta yaşadıklarımız gören biri olmama engel değil.

            Derdim üzüm yemek bağcıyı dövmek değil, zira anlayana sivri sinek kanat çırpmadan gider…

Mehmet KARTAL/Eğitimci,Araştırmacı,Şair,Yazar.

Editör: TE Bilisim