KENDİMLE, CUHURİYETE BAKARAK HESAPLAŞMAK İSTEDİM

Fakülteye öğrenci olduğum ilk yıl; ilk gün ve yurtta geçecek ilk gecenin akşamı… Birilerinin ses vererek yalnızlığıma ortak olmasını istediğim, geçmek bilmeyen dakikalarımda, beden yapısıyla kendime yakın bulduğum bir genç yaklaştı. Bana, “Yeni misin?” dedi. Sonunda benim gibi bir yalnız birisi cesaret göstermiş hem kendi, hem de benim yalnızlığımı paylaşmak girişiminde bulunmuştu. Sevinç ve heyecanla, “Evet, yeniyim. Sen de yenisin değil mi?” dedim. “Hayır, ben 4. Sınıftayım.” demesiyle içim bir tuhaf olmuştu.

            Geçmek bilmeyen bu dakikalar nere, 4. Sınıf nere? O ilk girdiğim belirsizlik koridorunda, hep, “Ne zaman bitecek?” dediğim okulumun üzerinden, 27 yıl geçmişti; geçmez dediğim dakikaların ardından.

            Okulu da hesaba katarsak, 31 yıl olmuştu bu yazıları yazdığım 2013 yılı itibariyle, baba ocağından ayrılıp, ayaklarım üzerinde durmaya çalışalı.

*  *  *

            29 Ekim 2013, Cumhuriyetimizin 90. Yılı. Maşallah denilen insan ömrü dikkate alınırsa bir insan ömrü kadar uzun; tarihsel süreçler dikkate alınırsa bir gün kadar kısa bir süre: 90 yıl.

            90 yaşasam, ömrümün üçte birini yaşam savaşıyla geçirdiğimi görüyorum. Hep daha iyi yaşamak; daha güzele ulaşmak; daha iyi olanaklara sahip olmak; çağın nimetlerinden ve insan onuruna yakışacak yaşam değerlerinden yeterince yararlanmak için uğraşı dolu 31 yıl.

            Cumhuriyetimizi ilan edenler; Mustafa Kemal’den, O’nun yolunda olanlarla, O’na karşı olanlar da dâhil bu gün yaşamış olsalar da eserlerinin durumunu görseler, ne görürlerdi?

            Çıkarcı olanlar, dönek olanlar, eyyamcı olanlar, hainliğe hazır olanlar, başarıya engel olmak için bahaneleri güçlendirenler… Kısacası, Cumhuriyeti ilan edenlerle, karşı gelenler bile bu kadar olumsuzluğu düşünmemişlerdir.

            90. yılında, geriye baktığımızda oldukça güzel adımlar atıldığı gibi, bu güzel adımları gölgeleyecek kadar kötü adımlar da atılmış.

                                                           *  *  *

            Onurunu taşımasını bilen insan geçmişini unutmadığı gibi, geçmişine saplanıp kalmaz. Geçmişinden alacağı derslerle, yanlışlar demetine devam etmez. Küçük hesapların büyük adamı olmak yerine, büyük hesapların kibirden, gururdan arınmış adamı olur.

            Tek partiden çok partili yaşantıya geçtik, neredeyse her on yılda bir kesintiye uğradı demokrasimiz. Birlikte yaşamayı; farklılıklarımıza saygı duymayı; özgürlüklerimizin sınırlarını; öfkelerimizi gemleyip adil davranmayı öğrenemediğimiz içindir ki yıllarca kardeş kavgaları içinde nice fidanları toprağa verdik. Ders alabildik mi?

            Araç sayımız da sürücü sayımız da gün geçtikçe arttı. Yollarımız gittikçe güzelleşti. Araçlar, modern çizgiyle kaliteyi sergileyen duruma geldi. Teknoloji ve öğretim birbirini tamamlayan birliktelikle yollardaki insanlara hizmet sunar hale geldi. Sonunda ne oldu, arapsaçı trafik; kan gölüne dönmüş yollar; yatalak kalmış insanlar. Ders alabildik mi?

            Hastanelerimiz modernleşti, tıp fakültelerimiz çoğaldı, öyle ki, sağlık turizmi ülkemizin kayda değer gelir kapısını oluşturdu. Organ nakilleri konusunda dünyadan ses getiren başarılara imza attık. Organ mafyasından, hastane kapılarındaki kuyruklardan, sabah ezanından önce kayıt için hastanede nöbet tutmaktan, doktor kapısı önündeki 65 yaş önceliğini anlamaktan uzakta davranmaktan, itiş kakışlardan, sağlık personeline saldırıdan, sağlık personelinin duyarsızlıklarından kurtulamadık. Bıçak parası neredeyse kanun gibi yerleşti. Ders aldık mı?

            Gereğinden fazla özendirdiğimiz kredi kartlarıyla, ATM’lerle yaşantımız kolaylaştı. Bankacılık, bürokratik işlemlerden sıyrıldı, rahatlıklar çoğaldı. Ekonomi uzmanlarımız çoğaldı, para politikaları ve ekonomik konularda birbirinden başarılı uzmanlar yetiştirdik. Bankaların içini boşaltma hastalığımızdan, yakınımıza kolay kredi çıkarıp görev zararı adıyla geri gelmez kredilere adımlarımızı koşar adım attık( Onlar işini bilenlerdir), vatandaşı ekonomik çembere aldık, kredi kartlarımızı hesapsız kullanıp, ödenemez borçlar yarattık, intiharlar arttı, hacizler yuvalar yıktı. Ders aldık mı?

            Spordaki dostluğu şike çamuruna batırdık. Dopingli yarışmalarla utanç duyulacak cezalar aldık. Sporu, birilerini ekranı kiralaması sonucu yalnızca futbol olarak görmeye başladık. Uyuşturucu niyetine yarışma programları yapıp, magazin kültürünü yerleştirdik. O kadar ileri gittik ki, güzellik yarışmasıyla gündemimize giren, sonradan milli çapkın denilen işadamının desteğiyle sinemaya atılan, müzik işleriyle piyasalara giren bir hanım, bir profesör ile bir tablo önünde tartışırken, basınımızın neredeyse tamamı o hocamızın yerine o ünlü kişinin yanında yer aldı. Vah benim ülkem. Bir bilim adamı olmak bu kadar ucuza gidecek ha! Ders aldık mı?

            Hesaba katmadığınız ülkelerin uzay programları yanında bizim emanet uydularımız olması elbette hiç yoktan iyidir. Bin adıma da bir adımla başlanır. Yılları nerede harcadık öyleyse?

            Liyakat kavgası yerine, “Benim adamım.” kavgasına yenik düştük. Ülke çıkarı yerine benim cebim diyenlerin yükselişlerini gördük. İhalelerden nasıl avanta alırım hesapları; piyangonun sayısız çeşitleri ile köşeyi dönme zihniyeti geliştirdik. Alın teri, küçümsenecek, kolay yoldan para kazanılması seçilecekti.

            Eğitim sistemi bırakın farklı partilerin görüş ayrılıklarını, aynı partinin değişen iki bakanı arasında uçurumlar yaratacak kadar arapsaçı olacak, geleceğimiz olan çocuklarımız sistem mağdurları olarak büyüyecekti.

            90. yılını kutlamaya hazırlandığımız cumhuriyetimizi kuranlar, iyi ki bu gün aramızda yoklar. Nereye kaçacağımızı, nasıl saklanacağımızı düşünemiyorum. Acaba ben de 31 yıllık uğraşımda, yanlış adımlar attım mı, yoksa yanlış adım atanların ayakları altına düştüm mü ki saymakla bitiremediğim yerimdeyim.

            Bu yazıyı yazan da okuyan da ders alır mı acaba, ne dersiniz?

            

Editör: TE Bilisim