BIRAKTIĞIMIZ DEĞERLERE ULAŞMAK İÇİN DEĞİŞELİM

                Çok şey değişti demek değil, değişen çok şeyi örnekleyerek söylemek gerekirse, sevginin anlatım dilinden yola çıkmak doğru olacaktır sanırım.

            Divan şairlerinden Nedim,

“Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana

Mey süzülmüş şişeden ruhsâr-ı al olmuş sana” dizeleriyle, sevgilide kusursuz olarak gördüğü  güzelliği anlatmaya çalışmış.

Nezaket sevgiliye o kadar güzel yakışmış ki, haddehaneden eritilerek dökülen güzelliğin inceliğine hayran kalan şairin dili olarak karşımıza çıkmakta. Sevgilinin, yanaklarının kızıllığını süzülmüş meyden damıtılmasına bağlanmakla, bir yandan güzelliğin damıtılmış hali, diğer yandan da gönlü sarhoş eden yanı vurgulanmakta.

“Kaşların Bismillah yüzün Beytullah

Seni öz nurundan yaratmış Allah”

Âşık Sıtkı, sevgiliyi o kadar güzel bir ifadeyle, kutsal bir benzerlikle anlatmaya çalışmış, bunu yaparken de Allah’ın sevgi ile insanları yaratmışlığı vurgusunu da göz ardı etmemesine dikkat etmek gerekir.

Gözler üzerindeki kaşları, Cami girişlerinde yazan Bismillahirrahmanirrahim sözcüğünü çağrıştırarak, “Gönülden gönüle yol gözden gider.” düşüncesini, “Ben, yeryüzünde hiçbir yere sığmam, kullarımın gönlüne sığarım.” Hadisinin anlamına atıfta bulunarak anlatmıştır.

Karacaoğlan, gördüğü her güzeli, “Kömür gözlü, kalem kaşlı, suna boylu” gibi tanımlarla anlatmaya çalışmış. Ya turnalardan haber sormuş, ya tez geçen baharla bir tutmuş ömrünün gençliğini. Sırma saçların tel tel taranmışlığına bağlar gönlünü de her birini ahu gözlü olarak adlandırır, maraldır; candır; canandır. Her biri bir değerdir.

Yılların ardına düşmüş sevdalardan, her biri bir ibretlik öyküsü olan aşk çeşmelerinden akan sevda kokulu sulardan dem vurmak yerine günümüz gençliğine döndüğümüz zaman çok şeylerin değiştiğini görmemek için ancak bu çağın çocukları olmak gerekir.

Bir gecelik ilişkiler yumağı düşünülen ilişkiler, “Anlaşamazsak biter.” çizgisinde, uğruna verilecek mücadeleden uzak basit ilişkiler, sevginin sırlarındaki kutsallığının kalmadığı söyleşi ortamları, dedi kodu masaları ve sürdürülemeyen gönül bağları…

Değişim, yalnızca arkadaşlık ve gönül dünyasında mı? Her yönde, her alanda yaşanmış, yaşanmakta.

Değişim derken, yapılan yolların güzelliği; teknolojideki gelişim, iletişim ve ulaşım kolaylıkları, sanayi ürünleri, sağlık alanındaki olumlu gelişmeleri bir kenara bırakarak insancıl yönünden söz etmek istediğimi bir daha belirterek sözlerime devam etmek istiyorum.

Komşu komşunun külüne muhtaç diyen kültürden, apartmanlara sıkışmış; yardımlaşmadan uzak, zayıflamış komşuluk ilişkileri de değişimin belirgin göstergelerindendir.

Sokaklarda saklambaç oynayamayan çocuklar, apartmanlara sıkıştırılmış çocukluklara dönüştürülmüş. Arkadaşlıkların yerini dijital dünyanın aletleri almış. Mahalle çocuklukları yerine, facebook arkadaşlıkları yaşanır olmuş. Dertleşmelerin yerini yazışmalar almış.

Ateşte pişmiş doğal yemeklerin yerini fabrikasyon besin ürünleri almış. Gıdalarımız, doğal olmak yerine yapay tatlara dayanmış. Yemek boyalarının renklendirdiği kadar renkli hastalıklarımız doğmuş.

Halkını koruması gereken devlet düzeni, serbest ekonomi ilkesine yenik düşerek, ticari çıkarları koruyacak düzenlemelere imza atmış. Gıda kodeksi adı altında ilkeler oluşturulmuş ama “Piyasa koşulları bu. Beğenirsen alırsın, sana zorla mal satan yok.” Basitliğine dur diyen olmamış.

Tıpkı kumandası elinde olan televizyonda, beni izlemek zorunda değilsin dercesine, basit; ilkesiz ve değersiz yönetim anlayışının üretimle birleşmiş hali.

İnsan hakları adı altında yaşanan komedilerin sahnelenmesi gibi: Suçlunun psikolojisi, içinde bulunduğu ortamlar, suça zorlayan nedenler göz önüne alınır da, yılların birikimini hırsız kaptırmış mağdurun hakkı, hukukun arka cebinde taşıdığı mendil gibi kalır.

Dolandırıcılar ticaret adı altında kampanyalar düzenler, devlet ticaretin gelişmesi adına onlara dokunmaz. Mağdurlar ortaya çıkınca da, suçluyu yakalaması gereken makamlarda bulunanlar, “Bana mı sordun da o adamla/şirketle/bankayla… vb. iş yaptın?” basitliğinde, mahalle kabadayılarına dönüşürler. Oysa Hz. Ömer, “Dağda bir koyunu bir kurt yemişse, bu benden sorulur.” diyecek kadar sorumluluk sahibiydi.

Askerliğin paralı, tedavini sıralı, suçlunun alaylı olduğu günleri yaşamak, değişim olmamalı.

Değişim, sokakların güvenli olduğu ortamda çocuklarımızın çocukluklarını yaşadığı çevreyi oluşturmakta gizlidir. Her türlü bilimsel gelişme karşısında insanların doğal ve sağlıklı besinlere erişmesinin sürdürülebilmesi; ticarette, alanı da satanın da hukuk adına korunduğunu bilmesi; İstersen kapatabilirsin.” sözüne sığınmadan sürdürülen kaliteli yayıncılığın olması, bu çizgide değişimin varlığını düşünmek gerekir.

Bunun için siyasi ahlak, erdemli bakışların olduğu yönetim süreçleri yaşanmalıdır. Bunun için yönetenlerin, yönetilenlerin yerine kendini koyarak hukuk oluşturmak gücünü göstermeleridir, gelişim ve değişim.

Bunun için ben değil, biz diyerek adımlar atanların varlığında yaşamın güzellikleri ilmek ilmek örülmelidir. Aç insanların karşısında ziyafet sofrası kurmak, suça teşvik etmekse, doğru ve amacına uygun gerçekleşmeyen adaletle hükmetmek de kitlesel isyanlara davetiyedir.

Yüreğindeki sevgiyi, çıkarcı duygularla değiştirenlerin, içlerindeki insanlığı koruyacaklarından şüphe duymaktayım. Dili kadar yüreği de tatlı olmayanların, acısı olanların acısını paylaşmaktan uzak kalanların modern dünyanın birer canisi olmaktan ileri gidemeyecekleri kanaatindeyim.

Yaşantımızı kolaylaştıran teknolojik gelişmelerin, insanlığımızı daha da güçlendiren bir olgu olmasını bekliyorum. Ulaşımın bu kadar kolay olduğu günümüzde, bir hastayı yatağında ziyaret etmemek ne kadar acı değil mi?

Değişelim: Güzele, doğruya, adalete, hakka, hukuka adım atan insanlar olarak modern çağın olanaklarını adil, eşit ve insanca paylaşmak için.

Editör: TE Bilisim