“KULAĞIMDA KÜPE”

Aynı meydanı gözleyen pencereler, hiç sır vermeyen suskun kapılar, pulatların arasında yıkık dökük ağırbaşlı taş evler. Taş evlerde yaşayan nefesler...Evim memleketim...

Yokuşun ortasında teneke çatılı beyaz evin önü telaşla bekleyen insanlarla doluydu. Merak içindeydim. Okul dönüşü gizlice çalıp kaçtığımız yeşil kapı arkasına kadar açıktı. Usulca aralarından  geçtim, yedi basamaklı eve çıktım. Derin pencereler kalın taş duvarlar yalnızdı. Ev oldukça serin,  duvardaki halıda kahve içen kadınlar şaşkındı. Odanın ortasında hiç görmediğim metal büyükçe kutu vardı. Kutunun üzeri örtülüydü. İnsanlar konuşmuyordu.

Camın önünde hep oturduğu iki tek koltukta başkaları oturuyordu. Koltukların arasında yuvarlak sehpa, sehpanın üzerinde kendi yetiştirip kuruttuğu sedef çiçeği, çerçeveli fotoğraf ise benim gibi merakla izliyordu. Sarı sepette incecik şişlere takılmış örgü yarım kalacağını hissetmiş olacak ki bi garip duruyordu. Camlı büfede yeşil likör takımı,  fırfırlı dantel bardak altlığı, çiçek gibi açmıştı. Karpuz lamba hiç yanmayacağını hissetmişti.

Tanıdığımdan beri koca göbeğinden ayak uçlarını görmüyordu. Bizim koşarak çıktığımız yokuşu;  O, saatlerce,  nefes nefese çıkardı. Sivri burun rugan ayakkabılarıyla toprak yolda delikler açarak yürürdü. Onun yürüdüğü yol bu  izlerle belli olurdu. 

Kulaklarımıza pırpırımlı küpeleri kundakta delip takardı. Büyüyünce  zor olur düşüncesiyle masum bebeklere yapılan aslında bir işkenceydi. Freud a göre kim bilir hangi travmalara neden oluyordur. Bizim büyüklerimize göre  doğrusu buydu.

Minik, siyah deri kutu şeklinde çantasıyla her gün birilerine iğne yapmaya giderdi. Pembe puanlı minik eşarbı beyaz kıvırcık saçlarının uçuşmasını önlüyor,  yuvarlak metal gözlüklerin altından bakarak görmeye çalışıyordu.   Çantanın içindeki iğnesi elinin hafifliğinden hiç acıtmazdı.

Herkesi evine almaz aldıklarını da iyi ağırlardı. Kahveyi sade sever, yanında parlak kağıtlı çikolata ikram ederdi. Çoğu zaman bebekliğimizde delinen kulaklarımızın kapanmasını  ısırgan otu sürüp yorgan iğnesiyle açardı. Günlerce kızaran kulağımıza küpe takmak yasak olduğu için ip bağlanırdı. 

İnce ses tonuyla naif kişiliğiyle memleketimize İstanbuldan gelin gelen asil bir aile kızıydı. Ses mecmualarını takip eder her hafta sinemaya giderdi.

Yaşı geçkin kadınlar evine giderken çekine çekine giderlerdi. Çekinceleri de “acaba kimse görürmüş müdür?” idi. Gidiş nedenleri belliydi. Annemde giderdi. Gereksiz zamanlarda hamile kalanlara iğne ile müdehale  ederdi. Korunma, O nun elindeydi. Çocuğu yoktu, hiç olmamıştı. Acaba kolayca yok edilen bebekler çocuk sevgisini tatmadığı için miydi?

Koca metal kutu açıldı içinden  bezlere sarılı morarmış bedeni çıkarıldı. Kutu dış kapının yanına diklendi. Yere uzatıldı üzeri potlu çarşafla örtüldü. Bıçak karnının üzerine uzatılmıştı.

Gençlik fotoğrafı tatlı tebessümle izliyordu. Yarım örgü garip garip bakıyor, sedef çiçekleri ağlıyordu.

Elim kulak mememde gözlerim yaşlıydı. Artık zilini çalıp kaçmanında bir zevki kalmamıştı.

Sıdıka Teyze ölmüştü.

Berrin Ustaoğlu Akyüz

123456---kopya-20171223210347.png

Editör: TE Bilisim