UZAK ASLINDA YAKINDIR

Göz görür de dil söylemez ise saflık; gördüğünü söylemesi gerektiğini bildiği halde söylemezse şeytanlık; gördüğünü düşündüğü gibi anlatırsa fesatçılık;  gördüğünü günü geldiğinde söylemek üzere saklar da söylemezse fırsatçılık; gördüğünü kendine fırsat yaratmak için kullanmak üzere söylemezse çıkarcılık; karşı tarafı sıkıştırarak kullanmak üzere günü geldiğinde söylemek için saklarsa intikamcılık olarak adlandırılır.

Yazar olmak, yaşadığımız toplumda herkesle aynı havayı soluklanmakla birlikte, herkesin göremediğini görmek, gördüğünü yazıya dökerek dile getirmektir.

Erkek dünyası ne ister, istediğini nasıl anlatır ama neye bakar? “Ben, el değmemiş kızla evleneceğim.” der, ama gördüğü güzel kızlarla da arkadaşlık etmek için fırsat kollar. Oysa gezmek, oynaşmak, birlikte olmak istediği kız da bir erkeğin tek kadını olmak ister.

Kadında cilve ararken, kendi karısında bunu gördüğünde şüphe duymaya başlar. Dekolte giysili bayanlara, albenisi olan kıyafetler içindeki bayanlara bakmaktan kendini alamaz, kendi kız kardeşine; karısına bunu yasaklar.

Cinsel fanteziler arar kafasında, gözler dışarıda böyle bir macera arar, evdeki karısının -belki de- kendine istediği karşılığı vermesinden huylanır, yorumlar dünyasının içinde kaybolur.

Giydiğini kendine yakıştıranlara iltifatlar etmekten kendini alamaz da evdeki kadının yeni aldığı giysileri görmek yerine, “Bunu nerden aldın? Kaç para verdin? Ne gereği vardı buna?” tarzı sorularla kadının burnundan getirir.

Basın, paparazzi, magazin vb. adlar altında kadını daima cinsel bir varlık olarak sunarken, ilişkilerin günübirlik olmasını, kimsenin kimseye katlanmak zorunda olmadığını; özgürlükçü aşklar yaşamak gerektiğini işler.

Kadın, bir reklam malzemesi olarak kullanılır; kimi zaman bir bira şişesinin yanında, kimi zaman bir araba lastiğinin ya da bir arabanın mayolu güzeli olarak aslında kendi hemcinslerini küçülttüklerini fark etmeden mi bilinmez, reklamını yaptığı malı değerlendirir.

Batılı kadın, hem eğitimli, bakımlı; ne istediğini bilen; özgüveni gelişmiş kişilik içinde evde, işte, yolda kendi egemen dünyası içinde yaşar. Onun bu tavrı erkekleri cezbeder. Ne var ki, evde itaat eden, munis kadın ister. İster ki kendi dediklerine itiraz etmesin.

1991 yılından sonra Karadeniz başta olmak üzere yaşanan “nataşa” fırtınasının ardından Anadolu’da çok şey değişti. Başta yıkılan yuvalar olmak üzere çok çok farklı olayların yaşanmasına neden olan bu olay, toplumda düşünce ve bakış açılarında da değişimlere yol açtı.

Yıkılan aileler; “Sen yaparsın da ben yapamaz mıyım?” mantığı ile yaşanan misillemeler; “Benim ondan neyim eksik?” düşüncesiyle yeni arayışlara girişmek başta olmak üzere çok şey değişti.

Kızlarımız, güzelliği yalnızca makyajda arar oldu. Moda denen bir furya, giysi düşüncelerimizi darmadağın etti. Sokakta gördüğümüz ilişkilerin yüzeyselliğinde yaşar olduk. Oysa aile denen bir kutsal kavramı bizlere unutturan oyunlar içinde olduğumuz göremez hale gelmiştik.

Kadınımız, namus abidesi olarak evlere tıkılırken, erkeklerimiz övündükleri hovardalıkları ile yeni zevkler ve arayışlar içine daldı.

Bu arayışlar, kadınımızda erkeği elde tutma telaşı yaratırken, erkeklerimizde de fantezili yatak odası arayışlarının sonucu, aldatma kapılarının aralanması denen yola düşmeler yaşandı.

Aslında kadınımızın da erkeğimizin de evlere değil, yatak odalarına kadar giren televizyonların, uydu genişliğindeki kanallar dünyasının getirdiği değişikliğin yaşandığını görmesi gerekiyor.

İnternetin sınırsız olanaklarının insanımıza sunduğu renkli dünyaların etkisinde yaşadıkları değişimi de görmek gerekiyor. Eşler arasında bile konuşulurken utanma duygularının yaşandığı konuların internet ortamında açık açık yazılır çizilir olması, uluslar arası bağlantıların getirdiği özgün sapıklıkların dahi evlere girmesi, ölçüsüz ve sınırsız değişimin en net göstergesi olarak karşımıza çıkar.

Sinema dünyamız, dizi filmler halinde, kimin eli kimin cebinde sahneleriyle insanımıza kaçamaklar dünyasının kapısını aralama fikrini yerleştirirken, aslında ulusal kimliğimizin genetiğiyle oynandığını görmemiz gerekiyor.

Öyleyse, evlilik nedir? Yalnızca yatak birlikteliği mi, yalnızca aynı çatı altında birbirine katlanmak mı? Sorumluluğu, zevkleri, acıları, sevinçleri; yarınları aynı yürekte yaşayan iki bedeni birleştirmek midir?

Bir yerlerde yanlış yapılıyor ama kim eliyle, hangi boyutta yapılıyor, etki derinliği ne kadar bilen var mı? Yapılan yanlışlar, gerçekten yanlış mı yoksa planlı operasyonel hareketlerin ürünü mü, doğru değerlendirmek gerekiyor.

Kadınımızdan “ ayıp” denen duyguların içinde büyütülürken, sağlık sorunu olsa bile cinsel konularda konuşmanın ayıp sayıldığı ortamdan, nataşa adıyla özetlenen rakibelerin sunduğu fantezilerle baş etme mücadelesine girişmesini beklemek saflık olmaz mı?

Amerika ve Avrupa ülkelerinde aile kavramının sıkıntılı günler yaşadığı son 30 yılda, değişenleri görmek için, basını izlemeye gerek yok. Yurt dışından gelen tanıdıkların söylediklerini dinlemek yeterlidir. Bizler, bir taraftan aile içi şiddeti daha önleyememişken, bir taraftan artan boşanmalar, artan aldatmalar yaşamaktayız.

Halkımızın kafasında, üretim hatalarımızın yarattığı bir yerli/Avrupa mal seçimi içinde, Avrupa mal, malın iyisidir seçeneğine saplantı vardı. Üretimde zamanla yakaladığımız bugünkü kaliteyi, eğitimde de yakalarsak, insanımızın kendine güveni artar, daha sağlıklı düşünmelerini sağlarsak, yaşanmakta olan yozlaşmanın da önüne geçeriz.

20-30 yaş aralığında bir bayan ve/veya erkek, bu Japon, Alman, İngiliz, İtalyan olsun. Tek başlarına çıkıp bilmedikleri bir ülkeye gidip gezip dolaşıp dönüyorlar. Bizde, bırakın yurt dışına gitmeyi, yurt içinde bile tek başına gidip gezmek büyük bir oranda insanımız için hala sorundur. Hala yapılması çok zor bir davranış biçimidir.

Böylesine basit bir gezi konusunda kendine güveni olmayan gençlerimizin, eş seçimi; aile sorumluluğu; çocuk yetiştirme becerisinde kendine güveninin de olmasını beklemek zor bir durum olsa gerek.

Hala kadının yerine, mutfak olarak bakıp, evleneceğimiz kızın ev yemekleri yapma becerisini araştırıyorsak, yatakta fantezi arama fikrinden vaz geçeceğiz, demektir. Gönlümüzü süslü güzellere kaptırmaktan korkuyorsak, öz güzelliği arayıp evleneceğimiz kadını, yüz güzelliğine tercih edip can acıtmaktan vaz geçeceğiz ya da kendi eşimizin de güzelleşmesini farklı anlamlar içinde tartışma konusu yapmayacağız.

Gerçekten dört duvarın arasında yaşanan dünya ile gerçek dünyada yaşananları doğru okuma becerisine sahip olmamız gereklidir.

Kendisi magazin sayfalarında her ay bir sevgili değiştirdiği yazan birinin sadık bir eş rolüyle karşımıza çıkmasının toplumda yarattığı tahribatı tahmin edebilmek çok zordur.

Bir taraftan zinanın suç olmaktan çıkarılması, diğer taraftan dindar gençlik yetiştirmek ideali içinde yaşanılması gibi…

Bir taraftan Avrupa eğitim ajansının projelerini yapmak için çırpınmak, diğer taraftan da bu projeleri, cinsel maceralara kaynak olarak görmek gibi…

Bir taraftan mahallenin namus bekçiliğine soyunmak, diğer taraftan da sevgililerden albüm kurmak gibi…

Kendi gerçeğimizi bilmek, doğru adım atmanın ilk adımıdır. Kendinden başlayarak, hangi gerçekler içinde yaşadığını doğru okumak daha anlayışlı bir toplum için sağlıklı düşünmenin doğru seçilmiş zemini olur.

Ya evli yaşamanın bedelini sevgi olarak ödeyip, karşılıklı sevgi, saygı ve anlayış içinde yaşamayı ya da gecelik ilişkilerin içinde yozlaşmış toplumların vurdumduymazlığındaki ahlaksızlığın pişkinliği içinde yaşamayı seçeceğiz.

Öyleyse, herkes bir adım atarak hem kendini geliştirecek, hem de yarınlara sağlam adımlarla yürüyecek kişiler olmalıyız.

 

Editör: TE Bilisim