Hadi Dedi Rüzgâr

Mavi çerçeveleri süslese de begonviller, beyaz boyalı kesmeşeker evlerine karşıydım nedense! Avluya sırtını dönmüş yüksek kalın duvarla örülü...

İnsanların özgürleştiği Halikarnas balıkçısının ise sürgün yediği (oysa tanrının ona lütfettiği) bir yer olması mıydı benide buraya çeken? Memleketimde ki evlerin kocaman davetkâr kapıları vardı kucaklardı ziyaretçilerini. Toprakla buluşacaksam o her yerde vardı. "Memleketimin taşı toprağı"  diye binlerce dizeler gibi... Benimde vardı elbet uzakta yaşadığım, gitmesem de görmesem de dediğim hatırlanası evleri. İçim yanarda neden seçerim başka yerleri?

Neden Bodrum Nanu?

Nanu mu? Benim günlüğümün adı, sırdaşım dertdaşım...

Ona da anlattım sizinle de paylaşayım Şinik Köyünde yaşayan Ali Dayıyı!

""Hastaydı... 

Hasta olduğunu biliyor,  öleceğini bilmiyordu.

Büyük şehir onu ürkütmüştü, yaşı büyük şehir için oldukça fazlaydı. O bostana ektiği sebzelerin yalnız olduğunu söylüyordu. "Belkide susuz kalmışlar henüz açmaya başlamış salatalık, domateslerin çiçekleri ya dökülürseymiş. Ya dökülen çiçekler bir kez daha açmazsalarmış?"

Yaylı demir divan onun için giydirilmiş, el dokuması potlu çarşaflar serilmişti. Başına oyalı nakışlı yastıklar dizilmişti. Yün yatak kabartılmış yumuşacıktı ama Ali Dayı yatağın ucuna ilişik gider gibi oturuyordu. Çizgili pijamasının cebinde bafra cigarası, doktorun yasaklamış olmasına rağmen kareli mendili ile öpüşür şekilde duruyordu.

Oğlunun evine sayılı gelmişti. O bahçelerini bırakıp gelemezdi. Onu ziyarete gelen herkese hemen hemen aynı şeyleri anlatıyordu.

  "Hadi gidelim" diyordu Ayşe teyzeye! Kadın oğlunun yanında kalmayı, asansöre binip inmeyi, yerin altından giden karanlık otobüslerle gezmeyi,  pazarlarda bağıran adamların dediklerini, yemeklerini paketlere koyup sokakta çimlerin üzerinde niçin yediklerini merak ediyordu. Dönünce köyünde anlatacağı şeyleri biriktirmeyi çok istiyordu. Kadın direniyordu. Salatalıklar umrunda bile değildi. Daha dün çarşıya çıkmış gezerken basmaların üzerindeki çiçek desenlerine takılmıştı. Belki içine giydiği iç gömleğini uzun donunu hangisinden yapması gerektiğini düşünüyordu. Domatesler hiç aklına bile gelmiyordu. Yemenisinin içindeki renklerden iplik bulsa kenar oyalarını ondan yapsa nasılda güzel olurdu. Ha belki de gelinine de bir tane alsa ya kızı ona daha da güzelini bulsa...

Ali dayı valizini toplamayı istiyor. Ayşe teyze buruşuk elbiselerini, ceryanlı ütüyle ütületip ayna kapılı dolaba asmayı düşünüyordu. "Hadi gidelim Ayşeem" dedi. Ayşe den ise bir bunalım "of " u gelmişti. Ali Dayı susmuş camdan dışarı bakıyordu. "Ne bulurdu bu dışarı bakınca?"

Gördüğü şey ise karşı binanın mutfağıydı. Balkona tıklım tıklım doldurulan yiyecekler kavonoza tıkılmış, rafları doldurmuştu. Ufacık bir yerinde dışarı uzatılmış mavi plastik ipte sallanan çamaşırlar uçmaya çalışan kanat çırpan kuşlar gibiydi. Kurtulmak isteyen çamaşırları tahta mandalla sım sıkı sıkıştırılmıştı. Çamaşırlar sallanıyordu. Sallanan giysilerin kolları da yorulmuyordu ha bire kanat çırpıyordu. Ayşe teyze neden göremiyordu. Beş metre kadar vardı yoktu uzaklıkları. Onun baktığı yerde de aynı şeyler vardı. Yoksa arada bir gelen kumruları mı bekliyordu. Yiyecek olan balkona güvercinler musallat olmuş, yuva kurmaya karar verdiyse vay balkonun haline. Erkek yuvayı bekler dişi yem toplar. Küçük renkli bir korkuluk da var kuşlar yuva yapmasın diye... Ama kumrular tam da korkuluğun dikili olduğu saksıya yuva yapmışlardı.

Ali dayı uğursuz olduğuna inanırdı. Kuşları severdi. Ama hanesine yuvalasın istemezdi. 

Biraz daha yatağın içine çekildi, yatak onu içine çekti belki de.

Bir yayık ayranı olsa diye düşündü söyleyemedi. 

"Bu güneş de doğmadı gitti" dedi, nereden bilecekti doğuyu batıyı. Caminin sesi de çok uzaklardaydı. Minaresinden anlayabilirdi yönünü. Hilal hep güneye bakardı kapısı kıbleye. Kıble Kabeye.

İşli nakışlı yastıklar başını istedi. Dayanacak gücü kalmadı. Başı yastıklara değdi. Çiçekli işlemeler gözünün bebeğinde yansıyordu. Tül perdeyi de kapattı, olmayan ışıkta kesilmişti. Direnen göz kapakları da pes dedi. Bakacak bir yer de kalmadı. Duvarda asılan kilime baktı baktı... Şişman bol giysili memeleri kocaman kadın elinde tepsi çay ikram ediyordu. Kadife gibi halıda tüm renkler vardı. Birden elindeki fincan bakır maşrabaya dönüştü. İçini göremiyordu ama köpüklerinin bembeyaz olduğunu düşünüyordu. Yatakta uzanan yakaları dantel gömlekli adam kendisi olamazdı, ama eğilen kadın Ayşe idi. Ayşe miydi? Hatta içmesi için yaklaştırıyordu. Uzandı içmeye gücü yoktu son kelimesi zoraki çıktı "gidelim gidelim"di. Ayşe hadi demedi. Ali dayı dayanamadı, son bir güçle mandalları kopardı. Rüzgâra doğru, tek başına "hadi "sesine doğru uçtu uçtu uçtu""

Nanu ıslanan defteri siliyordu...

BERRİN (Ustaoğlu) Akyüz

123456---kopya-989.pngyesyeni-logo-final-20170623012756.png

 

Editör: TE Bilisim